23 Haziran 2020 Salı

Çok trafik var eve nasıl döneceğim?




Merdivenlerin en tepesinde boğaza karşı oturuyorum, tepemde şıkır şıkır kış güneşi, güneş gözlüksüz çıkmadığıma seviniyorum. Ne elimdeki taze papatyalar ne sarsıla sarsıla döktüğüm gözyaşım ne de ekilmiş olmam umrumda bile değil, kafam vitesi boşa atmış sanki. Aklımda sadece tek bir soru; sahilde fena halde trafik var, ben şimdi eve nasıl döneceğim?

Kalabalığa çıkmaya cesaret edip sahilden mi yürüsem yoksa tam tersi dönüp metrobüs yoluna mı çıksam… Altunizade asla olmaz. Allah’ım eve bu kadar yakınken nasıl uzak kalabiliyorum! İstanbul trafiğinin sayısız bilinmezli denklemiyle eve nasıl varacağımı düşünürken arkamdan biri seslendi,
-       
-     - Yere oturma artık, taş çeker.

Ağlamaktan pazar tezgahına dönmüş suratımın üstüne bir de yarım porsiyon gülümseme ekleyip arkamı döndüm,
-      
      - Teşekkür ederim, birazdan kalkacağım.

Filden hallice hafızam beni asla yanıltmaz, yüzünü görür görmez birkaç yıl önce karşılaştığımızı hatırlıyorum ama hemen açık vermemeye karar veriyorum, uğraşamayacağım...

-       - Sen yenisin galiba buralarda, seni daha önceden gördüğümü hatırlamıyorum?
-       - Yok, aslında sık sık buraya gelirim ben, dedim.

      Kafasını arabanın bagajından çıkarıp dikkatlice yüzüme baktı, kusura bakma, taksiciyim ben her gün onlarca yeni yüz görüyorum.
-      
      - Biz sizinle daha önceden tanıştık aslında, isminiz neydi?
-        - İlker.
-        -  Evet, doğru hatırlıyormuşum. Üç yıl önce yine burda bir arkadaşımla birlikte oturuyorduk, erkekti, hatta bizimle epey uzun süre muhabbet etmiştiniz.
-        - Kusura bakma çıkaramadım, dedim ya taksiciyim ben. Sigara içiyor musun sen?
-       -  Normalde kullanmam ama şimdi bir tane alabilirim.

Sakinleştirsin diye medet umduğum şeye bak, sigara… Ayağa kalktım. Kafam karışık, bir yandan b.k vardı karşılaştık şimdi diyorum bir yandan da kafam dağılsın azcık yoksa kendimi İsmet Baba’nın yanından Boğaz’a salıvereceğim diye geçiriyorum. Öte yandan da yanlış anlamasın diye siz/biz saygı çerçevesinden çıkmıyorum.

Sırf kafamın içindeki bulutlara takla attırmak için ne yapıyorsunuz diye soruyorum. Jantlar uzun süre karda kalınca pas yapmış, teker teker lastikleri söküp sprey boyayla onları boyayacakmış. Yardım teklif ediyorum. Sen ne anlarsın der gibi inceden alayla yüzüme bakıyor. Anlarım ben yaa, babam oto elektrikçisiydi, çocukken hep dükkanına götürürdü yabancısı değilim bu işlerin diyorum. Peki, madem diyor. O sırada da arka sağ tekerleği sökmüş bile. Alıyorum elime zımpara kağıdını, paslı yerlere girişiyorum.

-      -  Hatırlayamadım ben seni ya, kusura bakma diyor.

Birkaç yıl önce aynı yerdeki karşılaşma anımızı ayrıntılı şekilde anlatıyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse biraz komikliydi, tıpkı bugün gibi o gün de sanki film setiydi. Gözünü kısıyor hafiften. Kafadaki dizinde tarama yaparken göz kısmak epey yardımcı oluyor sanırım ki şak diye çıkartıverdi.
-      
          -  Hah, hatırladım seniii diyor muzip muzip... Eee, ne oldu sonra diye sorup bir de üstüne kıkır kıkır gülüyor.

Bugün de hala kıkır kıkır gülmeye devam ediyoruz.
Hayat sürprizlerle dolu, gel de şimdi ‘Hiçbir karşılaşma tesadüf değildir.’ diye yazdırıp tabela astırma! Sıradan bir pazar sabahı, akşamüstü saatlerinde fıtratındaki mihenk taşını artık ortaya çıkaracağını kendi de biliyor muydu acaba?

Yemin içerim düzlükten şöyle bir bakınca bazen hayatımı Fox dizisi gibi görüyorum.

Eksiklikler, fazlalıklar, görmezden gelmeler/gelinmeler, umarsızlık… Terazinin şirazesi kayalı çok olmuşken içimdeki hiçbir şey dengini kolay bulmadı. İnançsızdım bir kere. Bayat yürek yemiş, karanlığa kafa tutan içi boş mahalle kabadayısından da fazlam yoktu ayrıca. Tüm bunların üstüne bir de peşin hükümlü huzursuzun teki olduğum için bana uzanan naif eli tutmamak için de çok direndim. Yani tek başıma kilitlenmiş dümenle yol alamazdım. Şükürler olsun yanımda beliren ben ne kadar eksiksem o kadar fazla.

Tek diyebileceğim bahşettiğine hamd olsun, minnetle...

Ah pazarcım, sen var ya az değilsin, öyle sürprizlisin ki bana bunlarla gel lütfen.
Ben şimdi mutfağa geçip birer köpüklü Türk kahvesi yapayım da beyimle karşılıklı içelim, hazır oğlan da bu akşam bize kıyak yapıp erkenden uyumuşken karşılıklı oturup ikinci evlilik yıldönümümüzü kutlayalım.
Ve evet, La Vie En Rose.

19 Ekim 2017 Perşembe

Azı karar çoğu zarar














Yaş 28, kendime şunu itiraf edebildim, empati duygusu hamuru mayalanırken biraz fazladan bez altında bekletmek hamuru bozuyor.
Yani, fazla empati göz çıkarıyor.





Tamam, kabul.
Herkes kendine göre zor günler geçiriyor ve farklı şekillerde bunu yansıtıyor ama bu ziyan hareketlerin haklı sebebi olamaz.
Alttan almak çok insani bir hareket. Çok zaman alttan aldım, hatta bir güzel alttan alındım ama bunun da kotasını kusturmamak lazım.
İdare etmek nefis bir duygu, dünya yörüngesini şaşmıyorsa idare etme kaidesinin yüzü suyu hürmetine ama bu idare edilenin idare edene saygısızlık yapacağı anlamına da gelmiyor.
Duyarlı olmanın naifliğini de zedelemeyin bence. Haksızlık etmek ve duyarlı olmak birbirinden çok farklı şeyler, hiç karıştırılmamalı.

Baktın iş iyice pamuk ipliği, biraz daha basit düşünmek gerekiyor.

Ben bunları söyledim de anlaşıldım mı?
Ne de olsa beni ne kadar anlamaya meyilli olduğun kadar anlaşıyoruz.

28 Şubat 2017 Salı

Sapı Kırık Valizle Hayat Çok Zor, Hiç Çekemem


Yazmazsam şu makyajlı, sarı kazaklı halime aldırmadan çıldıracaktım.

‘Hayatın anlamını sorguladığım zaman’lı cümleleri kesin daha önceden bir yerlerde duymuş, okumuşsunuzdur. Doğrusu ben pek inanmazdım bu zamanlara. Artık inanıyorum çünkü size tam olarak o noktadan bildiriyorum. Sıkı kuşanın, burası ateş hattı!

Aklı başında her insan evladının belleyeceği hatıralarından biri de bu sorgulama yolculuğu olacaktır herhalde. – Gerçi kaç düzensiz seferi vardır onu da bilmiyorum ya, aklıma gelirse son nefeste sayarım. - Mağrur bakışınızı eğmemeniz için arka fonda çıkış parçası olarak Edith Piaf, Non Je Ne Regrette Rien’i döndürmenizi tavsiye ederim. Sorgulamanın kuyruğunuzu kıstırdığı zaman da modunuzu küçültürsünüz. Son düzlükte Neşet Baba’yı Cahildim Dünyanın Rengine Kandım’la sık sık anacağız zaten.

Kafamın içinde her gece düğün var. İşin kötü yanı kız tarafı vals çalsa da kabarık eteğimizi döndürsek derdine düşmüşken erkek tarafı horon tepelim diyor. Kimsenin gönlünü kıramayan sevgili zihnimse yavaş yavaş bir çorba tenceresinde kaynamaya başlıyor.

Kafa nerde, kafa yok, kafa gitti.
Gelir ama birazdan.

İçim bi bakıyorum Furuğ’un kırıklık dolu dizeleri, bir bakıyorum Nazım’ın özgürlüğe atıfları. Durduk yere dert sahibi eden şarkılarda bozuk plaktan Nazan çalıyor. Aydınlık olur sandığım hava puslu çıktı bu sabah, sokağın karşı sırasındaki apartmanı göremedim. Ayaz da pek sıkı, gömleğimin yakasından tüm soğuk içime doldu. Al işte öğleye doğru ortalığı ışık aldı, yeşillenmeye hazır dallarla selamlaştık.

Tamam, güneş güneştir, parlar. Tozsa tozdur, matlaştırır. Zıtlıklar alemi birbirinin içinde bir bütündür. Zincirin tek bir dişlisi oturmadığında tüm düzen bozulur. Bazen yalnız tek bir parça kendi kendine kayar gider. Bazen de çığ olur, yıkılır. Bana sorarsanız çığ daha iyidir, biraz sabırlı olur ve deşerseniz ilk kayba ulaşmak ve onu tamir etmek zor değildir. Kendi kendine kayıp gideneyse geçmiş olsun, artık karadeliğin kadrolu elemanı olmuştur.

An geliyor sanki zorlu bir yolculukta sapı kırılmış, içi hınca hınç dolu çekçekli bir valizle yola devam ediyormuşum gibi buluveriyorum kendimi. Neyse ki artık sırt çantacı tayfadan oldum, gereksiz şeyleri taşımıyorum yanımda.

Açıkta kalan ne idüğü belirsiz zedeler her mevsim koşuluna uyum sağlayamıyor. Fazla güneşte kuruyor kabuk bağlıyor, soğukta mosmor kesiliyor. Bahar havalarının dengesizliğini ne siz sorun ne de ben söyleyeyim ama yine de tüm iyileşmelerin başlangıcı bu mevsimde oluyor. Yani, genellikle...

Sor. Deş. Anlamaya çalış. Kafa patlat. Yürü. Düşün. Koş. Üşü. Ateşin çıksın, yan. Şifa olsunlar. Bak kendimcim görürsün, bunun sonu patır patır bahar.
Kesin his, yay sen bunu tüm bünyeye.


4 Ocak 2017 Çarşamba

Neden Boksa Başladım?



İşte böyle geçtiğimiz yaz aylarının sonları, canımı acıtan bir sürü şey oluyor ama ben olanlar karşısında çok anlayışlı ve sakinim. Aslında o zamanlar hayatıma kimseyi bir türlü Nişantaşı çocuğu olduğuna ikna edemeyen Tokat’lı Burhan Altıntop efekti hâkimmiş de şimdi şimdi fark ediyorum. Elimde içi dolu ince uzun bir bardak, millet votka sanıyor, hâlbuki elma suyu gömüyorum…

Baktım, kendime ayak yapıyormuşum. Bıraksalar bir de üstüne lahmacun arası pilav saracağım ki aman, Allah’tan tutmuşlar. Sen içimde olaylar biriik biriik biriiiiikk ama çıkacak yer bulama! Sonra n’oluyo bu sıkıntılar, bir takla manevrasıyla yeniden içine dönüyor. Hooop sar başa filmi, biriik birii…

Kendi hayrıma köfte gibi kızarıp biber gibi patlamadan önce bazı kararlar aldım.

Önce yürüyeyim dedim, olmadı. E koşayım dedim, o da olmadı. Bahanelerimin boyu benden uzun! Ama içimdeki bu enerjinin bir şekilde kimseye zarar vermeden, bana da fayda sağlayacak şekilde dışarı atılması gerekiyor.

Ben de çocukluk hayalimin peşine düştüm, boksa başladım.

İyi ki de başlamışım!

Boksa başlamak son zamanlarda kendim için yaptığım en iyi şeylerden biri oldu. O dönem bozuk olan uyku sistemimin inadı kırıldı, fiziksel gücüm artmaya başladı, hayata karşı motivasyonum yükseldi, omurga aralarım açıldığından yürüyüşüm dikleşti, bıngıl bıngıl kollarım toparlanıyor, e kendime güvenim de kuvvetlendi.
Mutlu oldum, ötesi var mı…



Bu kadar çok seveceğimi gerçekten tahmin etmiyordum.
Elbette bu sporu çok sevmemde kulüp ve antrenörlerimin payı çok büyük. Kulübümde her öğrenciyle ayrı ayrı özel dersmişçesine özenle ilgileniyorlar. Eksiğini de kendine kattığını da paylaşıyorlar, tam takiptesin kısacası. Mesela küçük öğrenciler için ayrıca çok seviniyorum; çekirdekten hem sevgiyle hem de ilgiyle özene bezene yetiştiriliyorlar, hedef milli takım! Milli takım demişken, kulüpte antrenörümüzün yetiştirdiği milli ve dereceli bir sürü sporcu var. Tüm kursiyerlerine bazı kulüplerde olduğu gibi yek gelir kapısı olarak değil, sporcu olarak bakıyorlar.

Ayrıca bana prenses diye seslenen dünya şampiyonu bir adamdan ders alıyorum, bir zahmet seveyim 
değil mi?☺

Evet, antrenmanlarda çok yoruluyorsun ve gerçekten kafalardan buhar yükseliyor. Ancak bu yorgunluğun fitness salonlarındaki sentetik yorgunlukla alakası yok. Ders sonrası yine de enerji dolu oluyorsun. Pekiştirecek olursam; ev ve salon arası ortalama 4 km, çıkışta eve yürüyerek dönüyorum.

Beslenme gerçekten çok önemli-ymiş. İlk haftalarda baktım acayip terliyorum, bi eforlar eforlar aman Ya Rabbi! Dedim kesin kilo da veririm ben, bir taşla insin fazla kilolar da aşşa! Cidden gırtlağımı tuttum, yemedim. 3 ders sonra nerdeyse duran kum torbasından dayak yiyebilecek kıvama gelmiştim. Güç, kuvvet hak getire... Dedim demek ki yemeyi kafana göre kesmeyeceksin, uzmanına soracaksın.

Ders saatleri tam kıvamında, yani bol bol.  Hem öyle illa şu gün şu saatteki derse gelmelisin gibi bir kaide de yok. Bu özelliğine duyar duymaz vurulmuştum, müthiş bir rahatlık sağlıyor. Salon hayli geniş, rahatlıkla çalışabiliyorsun. Zaten her derste 4 antrenör oluyor. Ben haftada ortalama 3 gün 1 saatlik derslere katılıyorum. Isınmanın ardından eşleşiyoruz ve kombinasyon çalışıyoruz. İki yudumluk su molasının ardından bu kez torbaların başına geçiyoruz. İnterval’li, şınavlı tepemizden duman attıran kısım başlıyor. Gölge boksu ya da eldivensiz vuruş teknikleriyle dersi tamamlıyoruz.

Minik bir öneri, dolu karınla hareket edilmeyeceğini biliyoruz orası tamam da derse öyle acı acına da girmeyin, iki saat önce bir şeyler yiyin. Yoksa verim out, göz kararması in! Hatta epey ‘in’.

Bir de boks yaptığımı duyanlardan en çok şu geliyor; 'Off sen şimdi çalışırken sinirlendiklerini karşında görüyorsundur, geçir yumruğu ağzına, burnuna. Hayır, öyle olmuyor. En azından bende öyle olmadı. Torbaya vururken sadece torbayı görüyorum, vuruşuma odaklanıyorum. Hiç kindar değilim bebeyim, nasılsa hayat birini üzenlerin icabına bakar.

Ha, unutmadan maça çıkar mıyım vallahi henüz ben de bilmiyorum. ☺

30 Aralık 2016 Cuma

Üüüççç – İkiiiii- Biiirr ve Değişim Başlasın!


Tutturmuşlar bi yeni yılda değişin, değişin diye. Herhalde yeni yılda da yeni bir sen ayol! Tadilat, restorasyon, yenilenme artık adını ne koyarsan… Canım, budanmış kütük değil; insanız biz. Haliyle sürekli değişiyoruz, önemli olan hangi yöne, ne şekilde gittiğimiz değildir de nedir?

Yılbaşı demek, geçen yıla son bir selam çakıp gelene kucak açmakla birlikte bence bir de taze mevsim başlangıcı gibi yeni kişisel uygulamalar demek. Gazetede, dergide, sosyal medya kanallarında, mahalle bakkalında herkesin bir listesi var. Eksik kalmayı sevmem, işte ben de bir liste hazırladım anacım. Hem belki hoşunuza gider, uygulamaya karar verirsiniz…

Evet, her yerde okuduklarınız doğru, dolabınızda giymediğiniz ne var ne yoksa boşaltın. O kazağı artık giymeyeceğinizi, o şalı bir daha boynunuza sarmayacağınızı biliyorsunuz. Atıcı gözle bakınca daha neler neler çıkacak aslında değil mi? Ama önce işe farklı bir temizlikten başlamak lazım. Ne mi, durma, azcık cesur ol ve önce kafandaki eskileri at at at at at at at! İlk olarak bunu yapmayınca diğerinin şahsi kıymeti pek kalmıyor, anca içerde şişkinlik. Bir de ‘Ben aslında o kazağı bu sene de giyerdim yaaa’ pişmanlığı.

Yeni bir imaj mı!? Herhalde bebeyim, ne sandın! Saçın rengi değişecek, belki Rapunzel’likten vazgeçilecek, altı köşeli kaskete geçilecek, artık fular da kullanılabilir aslında falan filan… İster modaya uy, istersen uyma, marjinal takıl, olmadı hadi yeni bir akımla kendi modanı yarat. Sen bilirsin. Yalnız yenilik esnasında giymediklerini çıkartırken iyi durumda olanları çöpe atma. Ayır, ihtiyacı olanlara ver. Önce etrafını tara, bulamazsan bir yardım kuruluşuna götür, hiç değilse muhtarlığa bırak.

Spora başlayın tabi. Bakın bana çatır çutur adam dövüyor, fıtı fıtı yürüyorum düzenli düzenli. Nihayetinde hareket, berekettir. İşte yeni yılda bir hareket unsuru daha katın derim listenize. Mesela oldu ya dünya hali, hakkınızı yediler, mızıldanmak yerine düşün hakkınızın peşine ama edebinizle. Kalenize coşkuyla gelen santrafor’u sıkı bir savunmayla püskürtün. Onun derdi gol atmak. Topu out’a çıkarın. Çıkaramayabilirsiniz, n’olur n’olmaz kalecinizi çevik biri seçin, kalenizi her şekilde sağlam tutun. Ancak sakın ola forvet yardır yardır üstünüze gelirken ‘Ah ayağım, of anam belim’ deyip de penaltı alırım ümidiyle kendinizi yalandan yeşil sahaya sermeyin. Hakem yemiyor, kırmızı kartınızı alıp kendi sahanızda oyun dışı kalırsınız haberiniz olsun.

Yediğinize, içtiğinize dikkat edin. Bedenimiz aslında bize neyi, ne kadar yememiz gerektiğini hep söylüyor ama bizde müzik -genellikle- son ses olduğundan iyi duymuyoruz. Artık şarkı geçişlerindeki sessizlik anında kulağa ne gelirse o... Daha hafif hissetmek için benim farklı bir önerim var. Bakın hak yemezsek zaten daha hafif oluruz anacım, hem aldığımız ah’lar göğüs kafesimizde gaz yapmaz. Tatlı niyetine de affedip önümüze bakalım diyorum ben.

Elbette kilerinizi, buzdolabınızı da temizleyin; kokuşmayın. Tarihi geçmiş, bozulmuş, olmadı bozulmaya yüz tutmuş ürünleri sallayın çöp kovasına ama her gün yemeğinizin bir parçasını da başka bir canlıyla paylaşmayı da unutmayın. Apartmanın önündeki kediye dostluk maması alın marketten, olmadı evden süt indirin. Bir kap su koyun ama su kabına sigara izmariti atan ‘bağzı hayvanlar’ olursa onları uyarın ya da direkt ikram edin kendileri içsinler. Tamam ya, hiç değilse pencere pervazına biraz bulgur döküp kuşları besleyin. Onu da yaparsınız artık…

İşte gerisi nasip kısmet, seneye daha bi kuvvetlenmek niyetiyle.


NOT: Muhtemelen ben de yılın muhtelif aylarında dönüp bakacağım şu listeye bir kez daha. Olsun, dursun burda bu, kimse okumazsa ben okurum. J 

27 Aralık 2016 Salı

Öyle ya da Böyle Gidiyor 2016


Öncelikle 2015 hakkını yemişim, helal et şekerim. Keza senden önce gelenlerde de son düzlüğe girdiğimizde ‘Bit artık, lütfen, lütfen!’ diye tırnağı kırılmış cici kız misali serzenişlerde bulunduğum oldu, onlarla da helallik hesabını kapatalım diyorum. Mahallelinin gazına geldim, her şeyin suçlusu sizmişsiniz gibi size yüklendim. Ay n’olur affedin… 2016 sana gelecek olursak, maevrence neler yaşadığımız malum; bi girersem çıkışı bulamam ama ben boyumun ölçüsünü aldım. Artık enikonu sövmüyorum valla, çünkü senden sonrası tam bir sürpriz yumurta!

Evet, başlıyorum.
Kendime dair olanı biteni not düşüyorum ben, siz üstünüze alınmayın.☺

2016’cım çok komikli bir yıl olmadığını sen de ben de biliyoruz, birbirimizden hiç saklamayalım. Getirdiğine götürdüğüne dair kıyaslamalı bir hesap çıkaracak olursak adisyonun altında hesap açık çıkacak. Öğreticiliğin baya yerindeydi, aklıma kazınanlar da oldu, ısrarla selektör çakmana rağmen henüz jetonun düşmediği mevzular da var, farkındayım. Olsun, yine de iyi ayrılalım istiyorum.

Çok şükür bu yıl da politik olmadım. Valla hiç yakışmıyor tipime, bildiğin dinozor kostümü! İçimdeki mahalle abisi ‘dürüst ol canımı ye’ kalıbını kendine tabela eylemiş bir kişilik. Kimisi, azıcık politik ol kızım, bu kadar doğrucu olmak seni bir yere götürmez dese de benim doğru bildiklerimin arkasından ayrılmak gibi bir niyetim yok. Hatalarım olmadı mı, kim bilir neler neler... Çabalıyorum. Elimden geldiğince doğru olmaya, verdiğim sözleri tutmaya çalışıyorum. Kalkıp karşımdakine bile isteye yamukluk yapacaksam hiç ağzımı açmayayım sonra.

Önce uzaklaştım sonra yakınlaştım; kendime, gece uykusuna, Türk kahvesine, bazı arkadaşlara, iki satır yazmaya, okumaya, yemek yemeye… Bazılarıyla yeniden ilk buluşma sonrası baktık, aradaki mesafe öldürmemiş bizi. Kalanlarla da şimdilik seviyeli ilişkimizi sürdürüyoruz.

Yolculuklarım oldu. Hiçbirinin içimdeki uzunluğu yaptığım kilometrelerle ölçülemez. Patlayan lastikten yetişmeye çalıştığım feribota, tırmandığım köyden, yol kenarındaki elmacıya, sardığım dürümden, derinlerine daldığım denize kadar görmek istedikten sonra hiçbiri asla sadece deniz-kum-güneş-dağ-bayır değil. Hepsinin hissi içimde bilmediğim yerlere yeni yollar açtı. Yolum uzun olsun…

İnancım arttı. İnsanların gözleri kapalı nasıl yalan söyleyebileceğine de ilahi adaletin sonsuz dengesine de… Kalbini mi kırdılar, hatta sen kendi kendini mi kırdın? Amaaann de, affet geç. Sen kendi yoluna dön, takılıp kalma. Bak bu çok önemli bir mevzuymuş. Biraz zaman istiyor, o yüzden bu konuda insan en çok kendine karşı bonkör olmalı.

Sabretmenin her yıl bir üst güncellemesini alıyorum, level atladım. Hayır, ben demiyorum yakın bir arkadaşım geçenlerde orta düzey evliya olduğumu söyledi de ondan yüz buluyorum. ☺

Bazı korkularımı yendim ama hala sinsi sinsi fıkırdayanlar var. Ansızın geliyor sesleri kulağıma. Bazılarını nasıl alt ettiysem kalanların da icabına bakacağım. Çocukken boşuna atlamadık koltukların tepesinden ‘Gölgelerin gücü adına’ diye!

Sindirmek gerekli. Bir bardak soda yardımıyla değil, yavaş yavaş. Yardımcı elemanlar daha fazla şişkinlik yapıyor. Doğal akışına bırakmak en iyi tedavi yöntemi, vücut işini bilir.

Aman ne klişe! Ayakların baş olma yarışı bu yıl da amansızca devam etti. Sonuçta kimse kimsenin ısrarını kırmadı, nihayetinde ters oturtulmuş baş oldular. Yalnız o çok komik görünüyor işte. Bu işler önce kendini sattırır ama dönen keser ve sap ikilisinin sonunu daha ilkokulda atasözleri ve deyimler sözlüğünden okuduk.

Dostluğun en güzel hallerini bol bol yaşadım bak. Arada mesafeler mi varmış, mesaiye mi kalınmış, yoksa ay sonu mu gelmiş, hepsi fıs! Her şeye rağmen bir şekilde bulduk birbirimizi.

10 lafından 9’u yalan diye bir laf vardır ya 10’da 10 yapanı gördüm. Hatta bizzat yaşadım. Hayat limon sundu, tekila ve tuz istedim kalktı nanik yaptı. Tepemde ampul yandı, sulandırdım limonataya çevirdim. Bu da böyle bir anım oldu.

Kalp doğruyu söylüyor, eğer kulağını açarsan duyuyorsun. Gerçekten görmeyi istedikten sonra önündeki sis perdesini de kaldırıyor. İşte zamanlamayı iyi ayarlaman lazım. Kendine soruları ince yerden hazırlamalı. Öyle kolay sorularla zor işlerin yanıtları alınmıyor. Biraz acıtabilir ama şişşt bakayım, acı yok Rocky!

İşte böyle böyle güçleniyormuş insan. Tümüne şükürler olsun.
Koskoca yılda ben beni buldum mu? Nerdeee…
Peki yaklaştım mı? Bilmem, önüm hala dümdüz ufuk çizgisi sadece…

Öyle ya da böyle bir yıl daha bitiyor. Ağlatan, güldüren, neşelendiren, sürprizler yapan, ortadan kayboluveren, sırttan vuran, işten kovan, kahkahalarımın yol arkadaşları, zırlamalarımın sümüklü omuzları, birlikte sadece sessiz kaldıklarım, yola çıktıklarım, arkamdan bır bır konuşanlar, mahalle çiçekçisi, bana benden çok üzülen miço, lokmasını paylaşanlar, benim olanı bile benden saklayanlar, köşe başı kedisi, sıkı sıkı sarmalayanlar ve sayamadıklarım her biriniz ayrı ayrı var olunuz efenim, beni sizler yarattınız!

ÖNEMLİ NOT! Yine de rica etmeden geçemeyeceğim, lütfen biraz daha sevgili, saygılı ve dürüst olalım. Acıtmak yerine kucaklayarak yaşatalım birbirimizi. O kadar da zor değil. İş biraz alçakgönüllülüğe, el açıklığına bakıyor. Paylaştıkça çoğalıyoruz ne de olsa…

ÖNEMLİ NOT II! Ha, ben çok mu iyiydim, elbette hayır! Ne yanlışlarım oldu, olmuştur... Sadece doğruyu arıyorum, iyi olan şeylerin peşinden gitmeye çalışıyorum. Bu yıl daha çok ‘insan’ olmayı istiyorum.

Herkese gönlü gibi bir yıl dilerim.

Ayrıca öperim.

21 Ekim 2016 Cuma

Yaz Kızım


Yaz bakalım diyorum kendi kendime.

Her zaman öyle kolay olmaz. Yazmak, içindekini dökmek. Hatta bazen insan kendi diyeceğinden korkar. Çünkü itiraf ağır bir sorumluluktur. Hayır, başkasına itiraftan söz etmiyorum, o çok daha kolay. Kendine olanı diyorum. Bazen saka kuşu gibi hafifletse de bazen tiftikli yün gibi teni dalar.

Sonra diyorum ki kendime, pardon kuzum ama sen neyi itiraf edeceksin kendine, zaten farkındasın.

Hah yine geldi çokbilmişliğin ardı puslu mavilik saatleri...

Değişim döneminde viraj alan bir beşer olarak yolun arkasında bıraktığım bazı huylar tam kavis halindeyken dikiz aynasından çeyrekli, yarımlı görünüyor ister istemez. Hani bir şey yapmadan, müdahale etmeden duramazdım ya illa sonuca bağlayana kadar üzerine giderdim, işte onlar gözüme takılıyorlar. E şimdi üzerine gitmiyorum, zorlama falan da değil yani gayet olağan akışı içinde hem de. 
Sakinleştim. Hemen celallenmiyorum, dur bakalım ya bir açıklaması vardır bunun diyorum, yeri geldiğinde durma-k konusunda çok daha iyiyim, beklemeyi öğreniyorum. 
Artık içime de atmıyorum. Kör göze parmak sokmadan ortaya koyuyorum. 
Daha bir cesurlaştım. Evet, bazen durup aferin kız niyetine yakama cesaretlendirici kırmızı kurdele takasım da geliyor ya neyse...
Nihayetinde son nefese kadar bitmeyen tadilat halindeyiz.

İtiraf deyip de kendi kendime iş çıkarıyorum kısacası. Güncel ajandada atılacak hamle yok, aslında kafa rahat. Karar alınmış, ya herrü ya merrü. Şüpheye düşme.

Ayrıca bırak, terzi olup kendi söküğümü dikeceğim diye de delik deşik etme kendini.

Zaman iyidir. Yalnız küçük bir tüyo, onun kötü niyetli olmadığını iş bittikten sonra değil, tam da en daraldığın sıra hatırlat kendine. İnce mevzu bu, kalın düşünme bak o zaman çıkarsın işin içinden. Su akar, yolunu bulur. Ama nehir kenarına oturup aval aval "Aa negzel akıyo bu suu" da deme. Harekete devam. Çok da kafaya takma. Neydi o, an'da kal.

Su diyorum su, akar o, bulur yolunu.